23 Ocak 2012 Pazartesi

modern insan

"... insan hayatta kalabilmek için paraya bağımlı doğdu. saatlerce çalışarak para kazandı. harcadı kazandığını, geleceğe yatırım yaptı. çok çalıştı, mesai yaptı; çok paralar kazandı. çok çalışmaktan yıprandı, yıprattı. yedi, içti içti. ertesi gün kavramını yarattı, ertesi gün başını ağrıttı yetmedi dişini kanattı. ama oturduğu yerde rahat edemeyen nacizane yaratık insana yetmedi daha fazla eğlenmek istedi. öncekinde iki defa içmişti, şimdi içti içti içti. yetmedi tabii ki gitti dans etti, bacaklarını hissetti. ertesi gün kavramını bir kez daha yarattı; başını ağrıttı yetmedi dişini kanattı. ama oturduğu yerde rahat edemeyen nacizane yaratık insana yetmedi daha fazla eğlenmek istedi. öncekinde üç defa içmişti, şimdi içti içti içti içti. ne zaman yetinemedi insan birkaç şişe alkolle işte o zaman çıktı piste dans etti bacaklarını hissetti. ertesi gün kavramını bir kez daha yarattı; başını ağrıttı yetme..."

işte bu kadar sıradansınız.

23 Temmuz 2011 Cumartesi

gece falan.

geceleri yazmaktan, dinlemekten, içmekten ve benzeri herhangi bir eylemden çok izlemeyi severim. uyuyan kadınımın rüyasındaki karşıtlıklara çattığı kaşları, terlemelerini. ekşittiğinde suratını ararım kendimi her bir kırışıklıkda ayrı ayrı ve sık dokuyup ince eleyerek. parmaklarında gezdirirken dudaklarımı ve çenemi yüz yıllar boyunca çalışmış bir meksikalı gemicinin hayalinde gördüğü huzurun ötesine erişir ve gülerim bir benim üstümde yakamozu olmayan aya. sigaramı söndürürüm eski apartmanların duvarlarında ve gözlerimi dayayıp tenine kadınımın, göçerim kısa sürelide olsa altı buçuk milyar kafalı dünyadan.

4 Haziran 2011 Cumartesi

Devrim

yıllarca peşinde koştuğum şey henüz bulmuşken beni, bu kadar çabuk vazgeçilmek istemiyorum. şu yeşil paslı odada seviştiğim tek kadından uzak düşmek istemiyorum. hücreleri benimkinin dışında bir kokuyu hissetmemiş şu duvarlar adını haykırıyor evrene, kulaklarıma fısıldıyorlar sadece. en saf acı birilerini kaybetmek değilmiş, cümlelere başlarken büyük harf kullanıcak gücü vereni kaybetmekmiş. Ben, hala nefes alıp verebiliyorken o kişiyi kaybetmiyicem. Her düşünceye, her kişiliğe, her varlığa karşı;  viva la revolucion!

25 Mayıs 2011 Çarşamba

psikolog.

"...anlıyorum sizi. evet evet, anlıyorum. hayır kaybettiğiniz renkleri gökkuşağında bulamazsınız, gökkuşağında hiç birşey bulamazsınız. rengi basit, karakteri şeffaf ve tutarsızdır gökkuşağı. bunun yerine bir yerleri gezin, seyahat edin. köylerde, kasabalarda arayın onları. hayır şehirler sizin için fazlasıyla büyük ve kahpe. daha fazla şeyi kaybetmeden gidin, kaçın buralardan! Bakın sizde "edebilme" eksikliği var, bu yüzden başarısız oldunuz her denediğinizde. pekala, siz bilirsiniz. yine deneyin yine kaybedin ve yine bana gelin."

27 Nisan 2011 Çarşamba

bu da kafa o da kafa.

Patlamaya hazır yaşarken insanlar, ben hep normaldim. Ne kadar dokunulsam da, ne kadar zorlansam da patlamadım. Fakat kafam büyük bedenime göre ve ellerim küçük yüzüme oranla, acaba çok önceden mi patlattım kafamı?

Parabol

Zihnimde oluşturduğum parabollere ait grafikleri çizmeye çalışırken ben, fotoğraflarını çekerdi acınası insanların o. Çok farklı gözüksede yaptıklarımız, temelde aynı. İnsanlar tanrının parabolleri; kiminin uçları yukarı, kiminin aşağı.
Nisanın matı sarar bedenini, saklar bahardan. Soluk benizli yapmurlar akar göz pınarlarından, zamansız. Rüzgar elinden tutar hiç ağlamamış bir kız çocuğu gibi, yeşil montlu. Tanrı 18 renkli pastel boya ile çizmiş dünyayı ve yaratmış insanlığı. Bu yüzden garipseriz gözyaşını ve yağmuru, şeffaflığı.